7 Mayıs 2014 Çarşamba

Alexey Brodovitch-Harper's Bazaar

Alexey Brodovitch-Harper's Bazaar


Brodovitch, sayfa tasarımına gerçek bir soluk getirdi. Çalışmalarında, kompozisyonun ve tasarıma nefes aldıran boşluklarınönemini ve bunların yarattığı estetiği ön plana çıkardı. Tasarımlarıyla yeni bir çağ açmasının en önemli nedeni de buydu.


Harper’s Bazaar’ın yeni editörü Carmel Snow, Alexey’in tasarımlarını gördü. Buna, bir cevherin keşfedildiği an da diyebiliriz çünkü Snow bu çalışmaları görür görmez, Alexey’i Harper’s Bazaar’ın Art Direktörü olarak, adeta kaparak işe aldı. Ve bu, moda ve dergi tasarımı dünyasında devrim yaratacak bir işbirliği oldu.



Harper’s Bazaar’ın yeni editörü Carmel Snow, Alexey’in tasarımlarını gördü. Buna, bir cevherin keşfedildiği an da diyebiliriz çünkü Snow bu çalışmaları görür görmez, Alexey’i Harper’s Bazaar’ın Art Direktörü olarak, adeta kaparak işe aldı. Ve bu, moda ve dergi tasarımı dünyasında devrim yaratacak bir işbirliği oldu.

Alexey Brodovitch, 1898 yılında Rusya’da dünyaya geldi. Yetenekli ve sanata meraklı bir genç olduğu için, tek hedefi Imperial Art Academy’ye girmek ve orada eğitim almaktı. Ancak o yıllarda ülkesinde yaşanan karışıklıklar ve savaşlardan dolayı orduya katıldı ve bu hayalini ertelemek zorunda kaldı. Bolşevik ihtilalinden sonra ise, ailesiyle birlikte Rusya’dan kaçtılar ve Paris’e yerleştiler. Ve Alexey hayallerine giden yolda ilk adımlarını bu şehirde atmaya başladı. Sanatçılar için düzenlenen bir balonun afişini tasarlayarak kazandığı birincilik ödülü, hem dikkatleri üzerine çekmesine, hem de önünde birçok kapının açılmasına neden oldu. Bunu kovalayan beş yıl içerinde başka ödüller de kazandı ve özellikle afiş tasarımında başarılı çalışmalara imza attı.
1930 senesinde, Philadelphia Museu School of Industrial Art’ta, reklam tasarımı bölümünü kurması için Amerika’dan davet aldı ve tasarım hayatının şekilleneceği bu ülkeye yerleşti. Okulda öğrencilerine Avrupa’nın tasarım anlayışını ve temellerini öğreten dersler veriyordu. Bunun yanı sıra, Philadelphia ve New York’ta birçok freelance tasarım çalışmaları ve illüstrasyonlar yapıyordu. Derken, 1934 senesinde, hayatının dönüm noktası olan gün geldi ve çok ünlü moda dergisi Harper’s Bazaar’ın yeni editörü Carmel Snow, Alexey’in tasarımlarını gördü. Buna, Bir cevherin keşfedildiği an da diyebiliriz çünkü Snow bu çalışmaları görür görmez, Alexey’i Harper’s Bazaar’ın Art Direktörü olarak, adeta kaparak işe aldı. Ve bu, moda ve dergi tasarımı dünyasında devrim yaratacak bir işbirliği oldu. Onun işe alınmasından sonra, dergi tasarımı anlayışı ciddi ölçüde boyut değiştirdi. Çünkü o, fotoğrafları, yazıları, başlıkları gelişigüzel yerleştirmek yerine, her bir öğenin sayfa içinde önemli bir rolü olduğunu gösterdi. Her şeyden önemlisi, Brodovitch, sayfa tasarımına gerçek bir soluk getirdi. Çalışmalarında, kompozisyonun ve tasarıma nefes aldıran boşluklarınönemini ve bunların yarattığı estetiği ön plana çıkardı. Tasarımlarıyla yeni bir çağ açmasının en önemli nedeni de buydu. İşini biliyordu ve en güzeli yaratmak için, işini bilenlerle çalışıyordu. Görselliğin, bir moda dergisi için ne kadar önemli olduğunu, hatta can alıcı nokta olduğunu bildiği için, Bill Brandt, Brasai, Henri Cartier-Bresson, Lisette Model ve Robert Frank gibi başarılı fotoğrafçılarla işbirliği yaptı.
Fotoğrafları, tipografiyi, sayfa içindeki boşlukları son derece zarif ve çarpıcı bir denge içinde birleştirerek, insanı içine çeken ve adeta Bana saatlerce bak! dedirten sayfalar yarattı. Sayfanın konuğu ister bir gece giysisi olsun, ister spor bir kıyafet olsun, hep aynı iç açıcılıkla ve zerafet ile okuyucuların karşısına çıktı.

Harper's Bazaar-Temmuz- 1948
Fotoğrafları, tipografiyi, sayfa içindeki boşlukları son derece zarif ve çarpıcı bir denge içinde birleştirerek, insanı içine çeken ve adeta Bana saatlerce bak! dedirten sayfalar yarattı. Sayfanın konuğu ister bir gece giysisi olsun, ister spor bir kıyafet olsun, hep aynı iç açıcılıkla ve zerafet ile okuyucuların karşısına çıktı.



Harper’s Bazaar’daki yoğun çalışmalarının yanı sıra, 1949 ve 1950 yılları arasında sadece üç sayı olarak basılan ama estetik açıdan büyük yankı yaratmış olan Portfolio adlı grafik tasarım ve illüstrasyon dergisi için de sanat editörlüğü yaptı. Derginin gerek içeriğinin hazırlanmasında, gerek sayfa tasarımında ve diğer tasarıma dair ayrıntılarında Alexey’in önemli yardımları ve katkıları oldu. Tabi bu arada, okulda verdiği eğitime de devam ediyordu. Yıllarca, kendi içindeki kaynaktan öğrencilerinin de yararlanması için çabaladı. Huysuz ve biraz da haşin bir öğretmen olarak bilinse de, hem kendi öğrencilerinin, hem de onun tasarımlarını inceleyerek gelişen yeni nesil tasarımcıların üzerinde çok önemli bir etkisi oldu. Tasarım ve fotoğraf alanında sayısız cevherin doğmasını sağladı. Irving Penn, Richard Avedon, Art Kane, Hiro gibi fotoğrafçılar ve Bob Gage, Helmut Krone ve Steve Frankfurt gibi art direktörler, onun çatısı altından çıktı. Dünya çapında yarattığı etkiye, kazandığı büyük başarılara rağmen, Alexey Brodovitch, maalesef özel yaşamında mutluluğu bir türlü yakalayamadı. Hiçbir zaman huzurlu ve mutlu bir ev hayatı olamadı.

1960 yılına kadar devam eden Harper’s Bazaar serüveninin ardından, okulda eğitim vermeye devam etti ama bunun dışında pek tasarım çalışması yaPMadı. 1971 senesinde, yaşamının son üç yılını geçirdiği küçük bir Güney Fransa kasabasında hayata veda etti.

11 Aralık 2013 Çarşamba

SÜMERLER VE YAZI


SÜMERLER VE YAZI
Sümerler, MÖ 4000 - MÖ 2000 yılları arasında Güney Irak'ta (Mezopotamya) yerleşik olan, medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölge ve medeniyet.
Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşim ve benzerliklerinin olduğu yönündedir.
Sümer Devleti, Sami olmayan bir topluluk tarafından kurulmuştur.
Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a ilk kez Sümerlerde rastlanır. Sümer döneminde 21'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlar arasında Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur sayılabilir.
Sümer şehri
Sümer şehri, Mezopotamya'nın güney ucunda, Dicle ve Fırat nehirleri arasında, sonradan Babil olmuş, günümüzde de Irak'ın Bağdat şehrinden Basra Körfezi'ne kadar olan bölgede idi.
Sümer şehri, Sümerlerden önce yaşamış ve Sümerce konuşmayan ve Sami olmayan bir halk tarafından, MÖ 4000 - 2350 yılları arasında kurulmuştur. Bu halka günümüzde Proto-Fıratlılar ya da Ubaidliler denmektedir. Ubaid ismi Al-Ubaid şehrindeki kazı alanından gelir. Ubaidliler Sümer şehrinde kurulmuş ilk medeniyettir. Bataklıkları tarım için kurutmuşlar, ticaret, dokumacılık, dericilik, demircilik, taş oymacılığı ve çanak-çömlekçilik gibi işlerle uğraşmışlardır. Ubaidlilerin bölgeye yerleşmesinden sonra çeşitli Sami halklar da aynı bölgeye yerleşmiş, kültürlerini Ubaidlilerinki ile karıştırarak Sümerler öncesi yüksek bir medeniyet kurmuşlardır.
Sümerlerin bölgeye gelişi
Sümer medeniyetini kurmuş olan topluluğun nereden gelmiş olduğu hususu tartışmalıdır. Cevat Şakir Kabaağaçlı, eserlerinde Sümerlerin Mezopotamya bölgesine Orta Asya'dan göç ettiklerini belirtir. Sümer medeniyeti ile Orta Asyalılar arasındaki benzerlikler[kaynak belirtilmeli] ortaya atılarak bu tez ispatlanmaya çalışılmıştır. Orta Asya ve Sümer kültüründe dağların doruklarının kutsal sayılması ve dağların doruklarında yaşayan çeşitli tanrılara inanılması gibi benzerlikler iki bölge arasında köken birliği ya da kültür etkileşimi olduğunun kanıtı olarak öne sürülmüştür.
Sümerler denen, dili bölgede uzun süre yaşayan halkın, MÖ 3300 yıllarından MÖ 3. binyıla gelindiğinde bölgede en az 12 şehir devleti vardı.
Bu dönemde her kent genellikle surlarla çevriliydi. Her kentin kendi tanrısı vardı ve her kentte en az bir tapınak bulunurdu. Sümerlerde tarihin belki de ilk kral listeleri ile karşılaşılır. Fakat bu listeler genellikle tarihsel gerçeklerin ötesinde mitolojik unsurlara da sahiptirler. Örneğin kral listesine göre Tufan'dan önce Sümerlerin yaşadığı bölgede efsanevi sekiz yönetici (ve dolayısıyla kent) mevcuttu. Kral listesine göre Tufan'dan sonraki ilk Sümer hanedanları Kiş, Uruk ve Ur'dur. Ünlü Gılgamış destanının kahramanı Gılgamış kral listesine göre Uruk Hanedanı'nın krallarındandır. Lagaş'ta iktidara gelen Ur-Nanşe yaptırdığı inşaatlarla öne çıkmıştır. Urukagina da ilk yazılı reformları sayesinde tanınmıştır. Erken dönemlerde Sümerlerin ana tanrısı An'dır, fakat sonraki dönemlerde bu tanrı yerine Enlil Sümerlerin baş tanrısı konumuna yükselir. Enlil'in Nippur'da Ekur adında bir tapınağı vardır. Bu nedenle Nippur Sümerlerin dini başkenti kabul edilir, burada tapınak yaptırmak veya bu tip inşaatlarda çalışmak, hizmetli olmak önemli sayılırdı.

Sümer mitolojisinde Evrenin yaratılışı
Sümer inanışına göre başlangıçta gök ile yer birdi. Daha sonra gök ile yer tanrılar tarafından ayrılmıştır. Sümer inanışında evrenin kökeni şu şekilde açıklanır: Başlangıçta ilksel deniz vardı; kökeni veya doğuşu konusunda bir şey söylenmemektedir, Sümerler onu her zaman varmış gibi düşünmüş olabilirler.
İlksel deniz gök ile yerin birliğinden oluşan kozmik dağı vücuda getirdi.
Tanrılar insan biçiminde kişileştirildiğinde, Anu (gök) eril, Ki (yer) dişildi. Onların birleşmesinden hava tanrısı Enlil doğdu. Hava tanrısı Enlil yerden göğü ayırdı ve babası Anu göğü ele geçirirken, Enlil annesi Ki'yi, yeri, ele geçirdi. Enlil ile annesi Ki'nin birleşmesi- tarihsel devirlerde Ninmah, "yüce kraliçe", Ninhursag, ("kozmik dağın kraliçesi"; Nintu, "doğurgan kraliçe" gibi çeşitli adlar verilen tanrıçayla özdeşleştirilmiş olabilir- evrenin düzenlenmesini, insanın yaratılışı ve uygarlığın kuruluşunu başlattı.
Bu konu aşağıdaki "Gılgamış, Enkidu ve Ölüler Diyarı" adlı Sümer şiirinin giriş bölümünde şöyle anlatılmaktadır:
Gök yerden uzaklaştıktan sonra,
Yer gökten ayrıldıktan sonra,
İnsanın adı konduktan sonra,
Anu göğü ele geçirdikten sonra,
Enlil yeri ele geçirdikten sonra,
Ereşkigal Kur'un ödülü olarak ele geçirilip götürüldükten sonra,
O denize açıldıktan sonra,
Baba Kur'a doğru denize açıldıktan sonra,
Enki Kur'a doğru denize açıldıktan sonra;
(Kur) krala ufak taşlar fırlattı,
Enki'ye koca taşlar fırlattı;
Onun küçük taşları, el kadar taşlar,
Onun koca taşları,... kamışların taşları,
Enki'nin gemisinin omurgası,
Saldıran kasırgaya benzeyen savaşta yenildi;
Krala karşı, geminin serenindeki sular,
Kurt gibi yutuyordu,
Enki'ye karşı, geminin ardındaki sular,
Aslan gibi vuruyordu'
Şiirden anlaşıldığı üzere başlangıçta bütün olan gök ve yer birbirlerinden ayrıldı ve böylece insanın yaratılışı buyruldu. Ardından gök tanrısı Anu göğün, yer tanrısı Enlil de yerin hâkimi oldular.
DİL VE YAZI
İlk yazıyı MÖ 3200 yıllarında Sümerler buldu. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir. Sümerce Türkçeye benzemektedir. Bazı bilim adamlarına göre Sümerce Türk dilidir.

























6 Kasım 2013 Çarşamba

Ellora ve Acanta Mağaraları

Ellora
0
132
Embed

Ellora

Hindistan'daki Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilmiş yerlerden Ellora Mağaraları, Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde bulunan Aurangabad şehrine 30 kilometre mesafede, kayaya oyulmuş çok eski tapınaklardan oluşuyor.   Ajanta Mağaralarına oldukça yakın bir yerde olmalarına karşın aralarındaki iki önemli ciddi farktan ilki, Ajanta'daki resimler yerine, kaya kütlenin oyulması sırasında yapılmış heykeller. İkincisi de, Ajanta sadece budist tapınakları olmasına rağmen burada hindu, budist ve jain tapınaklarının yanyana olması.
File:Kailash-pillar.jpg
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan bir ana kayaya oyulmuşlar ve her iki baştakiler arasında iki kilometrelik bir mesafe var. Toplam 34 mağaranın 12'si Budist, 17'si Hindu, geri kalan 5'i de Jain tapınakları. Kronolojik olarak ilk önce MS 600-800 arasında budist mağaraları, MS 900 civarında hindu mağaraları, 800-1000 arasında da Jain mağaraları kazılıyor. Tapınak ve mağaraların en yukarıdan itibaren önce çatılarının, sonra kolonlarının ve içindeki heykellerin, sonra da tabanının kazıldığını gözardı etmemek gerekiyor.
File:Ellora Kailash temple Nataraj painted panel.jpg
Güneyden itibaren ilk 12 mağara, Budist mağaraları. Sadece 10 numaralı mağara bir tapınak, diğerleri ise rahiplerin kaldığı viharalar. 11 numaralı mağara ise üç katlı büyük bir manastır şeklinde. Önünde yine kayaya oyulmuş büyük bir avlu var. Burada da özellikle girişe göre en sağdaki odada bulunan kaya oyma heykeller gerçek bir şahaser. Ellora'daki en görkemli yapılar da hindu mağaraları ve ortada yer alan ki ana tapınak Kaisala. Hint kaya oyma sanatının en görkemli örneği. Tarihçilerin hesaplamalarına göre Tapınağın yapımında yedi bin işçinin çalıştığı ve yüz elli yılda tamamlandığı düşünülüyor. Atina'daki Pantheon tapınağını görenler için şöyle bir kıyaslama var. İki kat daha büyük ve 1,5 kat daha yüksek. Kaisala, Himalayalarda bir dağın ismi ve Hindu mitolojisinde Tanrı Şiva'nın evi olarak geçiyor. Ajanta ve Ellora'daki diğer mağaralardan önemli bir farkı, Tapınağın etrafında yine ana kayanın oyulması sonucu oluşturulmuş geniş bir avlu bulunması. Yapının en enteresan tarafı ise tek bir anakayanın oyularak inşa edilmiş oluşu. Hesaplamalara göre 200 bin ton kayanın keski ve çekiç ile kazılması sonucu ortaya çıkmış. Bazı arkeolog ve yazarlar, yapının Angkor Wat, Piramitler, Borobudur gibi gizemli bir yapı olduğunu, belki de uzaydan gelen ziyaretçiler tarafından yapıldığını yazarlar. Dünyada görülmesi gereken yapılardan biri de kuşkusuz bu muhteşem tapınak.
File:Ellora cave29 Shiva-Parvati-Ravana.jpg

Ajanta Mağaraları

Kökeni M.Ö 200′e kadar dayanan Ajanta Mağaraları Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde Ajanta Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alır. Mağaralar doğal mağaralar değildir. Budist rahipler tarafından 29 farklı kaya bloğu oyularak oluşturulmuştur.
Mağaralarıjn oluşumu M.Ö. 200 ile M.S 600 yılları arasında olmuştur. Mağara tamamen Budha’ya adanmış olup duvarlarında Budha’nın yaşamı ile ilgili kesitler yer almaktadır. Her mağaranın içi olağanüstü güzellikte kabartmalardan, sütunlardan ve kubbeler ile süslenmiştir.
Budha’ya ait olan duvar resimleri Budha’nın günlük yaşantısından kesitler sunar. Ajanta mağaraları oldukça iyi muhafaza edilmiş ve zaman ve maddi fırsatınız uygun ise mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında yer alıyor. Bu bölgeye yakın yerde bulunan Ellora mağaralarıda mükemmel bir şkilde günümüze kadar ulaşmıştır.
Ajanta Mağaraları Resimleri
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan
Ajanta - Hindistan

Hint Veda Toplumu

Vedalar
Veda Edebiyatı dörde  ayrılmaktadır:  1. Samhitalar 2. Brahmanalar 3. Aranyakalar 4. Upanişadlar
1-Saṃhitalar: Genelde mantralardan oluşur ve 4 bölüme ayrılır: 1. RigVeda 2. SamaVeda 3. YajurVeda 4. AtharvaVeda. Dinsel içerikli koleksiyonlardır. Yani ilahi, sihir, melodi ve kurban bilgisi ve bunların formüllerinin yer aldığı koleksiyonlarıdır. Saṃhitalar; Ṛigveda, Yacurveda, Samaveda ve Atharvaveda olmak üzere dört tanedir.
En eskisi Ṛigveda, en yeni tarihlisi ise “Atharvaveda‟dır.
Bu kitapların en önemlisi, 1028 ilahi ve 10 kitaptan oluşan Ṛigveda (İlahi Bilşisi) metinleridir. Ṛigveda’da adına ilahiler sunulmuş olan ya da adı geçen tanrılar, tanrıçalar ve aşağı yaratıklar, Hint mitolojisinin çekirdeğini oluşturur.
İlahileri “ṛshi”denilen ermişler meydana getirmiştir. Bize o zamanın kültür, inanç sistemi ve coğrafi durumu hakkında bilgi vermektedir. Bu ilahilerden; Ari ırkının İndus Nehri civarında yaşadıklarını, Arilerin Hindistan’ın yerlileri olan siyah derili Dasyularla çarpıştıklarını, sadece arpa ekiminden bahsedildiği için tarımın az da olsa önemli olduğunu, büyükbaş hayvan yetiştirdiklerini özellikle boğa, öküz, at beslediklerini ve inek sütünün başlıca besin olduğunu anlamaktayız.
İlahilerde Güneş, Ay veya Ateş tanrısına değil, bizzat Güneş, Ay ve ateşin kendisine yakarılmış ve bu doğal fenomenler Ṛigveda’da mitolojik figürlere dönüşmüştür.
İlahilerde bu inançlardan harekerle pek çok tanrı ve tanrıça adı sayılmaktadır. Sūrya (Güneş), Soma (Ay), Agni (Ateş), Dyaus (Gökyüzü), Marutlar (Fırtına Tanrıları), Vāyu (Rüzğâr), Āpas (Su), Ushas (Şafak) ve Pṛthivī (Yeryüzü tanrıları) bu tanrılardan bazılarıdır.
Bunların yanısıra İndra, Varuṇa, Mitra, Aditi, Vishṇu, Aşvinler, Rudra gibi tanrı ve tanrıçalar da karşımıza çıkmaktadır. Burada dikkat çeken nokta, tanrılara verilen sıfatların sonradan yeni tanrılar doğurmasıdır.
Örneğin “savitar” (soluk veren,hayat veren), “vivasvat” (parlayan) sıfatları güneşe verilirken daha sonra her biri ayrı Güneş tanrısı olmuştur. Zamana ve kabilelere göre tanrılar da çeşitlilik göstermiştir. Bununla birlikte dönemlere göre ciddi anlamda değişimler yaşanmıştır. Örneğin Asura, Hint-İran döneminde “tanrı ” olarak görülürken Vedik dönemde tanrıların düşmanları olarak ortaya çıkmıştır. Gök tanrısı Dyaus’un yerini aldığı iddia edilen ve Hintlilerin ulusal tanrısı olan İndra, Ṛigveda’nın oluştuğu dönemlerde halk savaşçı bir ulus olduğundan daha çok savaşçı yönüyle öne çıkan bir tanrı olmuştur. Daha sonra karakteri değişmiş ve gökyüzü tanrısı olarak karşımıza çıkmıştır. Savaş tanrısı ise önceleri İndra iken daha sonra Kārttikeya olarak karşımıza çıkmaktadır. Vs...
Vedik ilahileri oluşturan şairler bilinçli ya da bilinçsiz olarak büyük bir mitolojik sistem meydana getirmişlerdir
Yacurveda (Kurban Bilgisi); Siyah (Taittiriya Saṃhita) ve Beyaz (Vacasaneya Saṃhita) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İkisi arasındaki en büyük fark, birincisinde sadece dualar bulunduğu halde ikincisinde duaların yanı sıra kurban törenlerinin yapılışına dair bilgilerin de yer almasıdır.
Beyaz Yacurveda’da bahsedilen en ünlü kurban törenleri; Soma kurbanı, Racasuya (Kralın şöreve başlamasıyla yapılan tören), Aşvamedha (at kurbanı), Purushamedha (insan kurbanı) ve Sarvamedha yani her şeyin kurbanıdır.
Samaveda (Melodi Bilgisi): kurban törenleri sırasında okunan duaların seslendirilişini açıklayan kitaptır. Purāṇalarda 1000 tane olduğu belirtilmesine rağmen günümüze kadar ulaşan Samaveda koleksiyonlarının sayısı sadece üçtür.
Samaveda; Hint kurban, sihir ve melodi tarihini ve özellikle Hint müzik tarihini yansıtması açısından oldukça değerlidir.
Atharvaveda (Büyü Bilgisi): en son yazılmasına rağmen, mitolojik açıdan
önem sırasına göre, Rigveda’dan sonra gelmektedir. Bu kitapta mutluluk ve mutsuzluk veren büyü formülleri sıralanmaktadır. Yirmi kitap ve yedi yüz otuz bir ilahiden oluşmaktadır ve eserin yedide biri Rigveda’dan alıntıdır